25 Aralık 2009 Cuma

BİR SEN

Günlerce yağmurda,
günlerce karda,
günlerce rüzgâr esti
Erzurum’da, Zara’da.
Bir sıcak sen kaldın içimde.
O gün bu gün
dünya bir yana
sen bir yana
Dünyalar senden yana.

ARİF DAMAR

17 Aralık 2009 Perşembe

KÜRT VE TÜRK EMEKÇİLERİN BİRLİĞİ

Muş'ta DTP'nin kapatılmasını protesto edenlerin üzerine ateş açılması sonucu hayatını yitiren Necmi Oral, bir Kürt emekçisiydi. Çanakkale'de inşaat işçiliği yapan Oral'ı ölüm, memleketi Bulanık'ta buldu.
Oral'ın vurulduğu saatlerde, onun gibi hayatını alınteriyle kazanan binlerce Kürt işçisi
Ankara'da AKP hükümetine öfkelerini haykırıyorlardı.
Ankara'ya
DTP milletvekillerlerinden önce, Diyarbakır, Bitlis, Siirt, Batman, Adıyaman ve Muş'tan dört bini aşkın TEKEL işçisi geldi.
Aydın, Amasya, Hatay, İstanbul, Tokat, Trabzon, Muğla, Manisa, Samsun ve İzmir'den gelen diğer TEKEL işçileriyle beraber, sayıları on bini buldu. Çoğu önceki seçimlerde AKP'ye oy vermiş olan işçiler, Ankara'da AKP Genel Merkezi'ni kuşattılar.
İşçiler, özlük haklarının tamamını kaybedecekleri 4-C statüsüne geçmek istemiyorlar. 4-C'li olurlarsa sendikasız,
kıdem tazminatı hakkından yoksun bir şekilde ve yılın sadece 10 ayında çalıştırılacaklarını biliyorlar. İş güvencesinin ellerinden alınmasına itiraz ediyorlar.
Bugün sayıları 80 bine ulaşan diğer özelleştirme mağduru emekçilerle TEKEL işçilerinin mücadelesi ortaklaştırılıp hükümete geri adım attırılması, kamu istihdamında esnekleşme saldırısının geriletilmesi anlamına gelecek. Gündemde olan ve işçilerin kiralanmasının önünü açan
Özel İstihdam Büroları düzenlemesinde AKP hükümetinin eli zayıflayacak.
Binlerce TEKEL işçisi köle gibi çalışmayacaklarını ilan edip Ankara'da sabahlarlarken, demiryollarında çalışan kardeşleri de greve çıktılar.
25 Kasım Grevine katıldıkları gerekçesiyle KESK'e bağlı Birleşik Taşımacılık Sendikası (BTS) üyesi 16 demiryolu emekçisinin açığa alınmasına tepkilerini, 1 günlük uyarı greviyle gösteriyorlar. BTS ve Türk-Ulaşım Sen Sendikaları'na bağlı TCDD çalışanları, dün geceden itibaren 24 saat iş bıraktı.
Demiryolcular grevi, ülkenin doğusundan batısına demiryollarında çalışan arkadaşlarına sahip çıkmak için yapıyor. Aynı zamanda, hükümetin grev nedeniyle başlattığı
soruşturma terörüne etkili bir yanıt vermiş oluyorlar. AKP hükümetinin hakları için grev yapan kamu emekçilerine savurduğu tehditleri boşa çıkarıyorlar. Sonuç alınır ve 16 demiryolu çalışanı işbaşı yaparsa, dayanışma amacıyla gerçekleştirilen bu grev somut bir kazanıma dönüşmüş de olacak.
Ama daha önemlisi...
Hem TEKEL işçilerinin haklı mücadelesi hem de TCDD çalışanlarının grevi,
Türkiye'nin bir kardeş kavgasına sürüklendiği bir sırada, Türk ve Kürt işçilerinin kader birliğini hatırlatması açısından da öne çıkıyor. Bugün etnik kimlik giderek ayrıştırıcı bir unsur haline getirilirken, Türkiye'nin emekçi halkını birleştirecek olan yegane değerin sınıf kimliği olduğunu gösteriyor.

Aşkın Süzük -
http://www.sol.org.tr/

15 Aralık 2009 Salı

ADULE*

Özelde
Ve genelde
İhanet vurdu seni!
Ellerin hep soğuk mu
Kalacak
Adule?(...)
İhanet
Bazen susmaktır
Konuşmaktır gerektiğinde
Ve bazen de
Konuşmak!
Necmettin Salaz

13 Aralık 2009 Pazar

ADULE



Adule


Ellerin hep soğuk mu


Kalacak


Adule?


(...)


.........


.........



Necmettin Salaz

12 Aralık 2009 Cumartesi

MADENCİYE AĞIT

Yeniçeltek Ocağı’ndan yükselir çığlıkları
Yanar bedenler yitip gider yitip gider umutları
Yazgıları kömür gibi kazar bitmez yerin dibi
Bir tas yemek biraz ekmek

Güneş görmez hiç yüzleri
Hasret çöker yüreklere
Toprak dolar gözlerine
Haber ulaşır köyüne
Yetim kalır oğlu kızı
Bir gün gelir ocaklardan
Kazma kürek ellerinde
Yürüyünce yeryüzüne
Değişecek yazgıları

10 Aralık 2009 Perşembe

BİR NEHRİN TÜKENİŞİ

Hasretin kan çanağı gözlerinde oturuyorsun
seni soruyorum
hiçbir şey bilmiyorsun
hep bir çağlayan gibi senin sevdana aktım
sen ise sularını kaçıran bir nehir gibi uzaktın...
tükenişi bir aşkın
bir nehrin tükenişine benzer
ne deniz olabildin
ne nehir kalabildin...
kendin ol
kendin ol
sen buysan başkası ol!
buysan kederden öleceğim
başkası olursan da kimi seveceğim?
/ne diyarbakır anladı beni ne de sen
oysa ne çok sevdim ikinizi de bir bilsen/
YILMAZ ODABAŞI

5 Aralık 2009 Cumartesi

İTHAF


Sönmüş
yanardağlar,

kaleler eteğinde

Yüzyıllardır uyuyan şu bizim İzmir

O aşık kadınları, levent erkekleri nerede

Sahilde yaşayıp göçtüler mi kim bilir?

Sır şimdi gözyaşları,

saadet dilekleri

Biz gelen yüzyılların hikayesi sır

Eski İzmir diye ne varsa

şunun bunun bildiği

Yaşlıların kırık dökük anlattığıdır...


Necati CUMALI

4 Aralık 2009 Cuma

POETİKA

Ne zaman seni düşünsem duvarlara resim çizmek geliyor içimden
Üşüyorum
Şiirimin fonetiği değişiyor,
poetikası üzerine on milyon yorum yapıyorum
Dithyrombos şarkılarından doğan tragedyalara dönüyorum
Uzanıyorum şöyle sahile doğru
Çayımı yudumluyorum
Denize şekerler fırlatıyorum
Deniz tatlansın, balıklar yesin şeker hastası olsunlar diye...
Herkes taş atar hâlbuki!
Ne zaman seni düşünsem duvarlara resim çizmek geliyor içimden
Uçurumlar kenarındayım
Arkamdan bir el usulca itiveriyor beni aşağılara
Düşüyorum...
Dizlerine dökülüyor dizelerim
Ben ölümsüzlüğü tadıyorum
Yangından ilk evvel kurtarılacaklar arasındasın artık
Antik Yunan çağını sevmeye başladım seninle
Hani sana daha evvel yazdığım dizeler var ya, hükümsüzmüş…
Ne zaman seni düşünsem duvarlara resim çizmek geliyor içimden
İnceden inceye bakışlar atıyorum tüm güzellere
İçimden komünist olmak geliyor
Hem de NAZIM gibisinden
Sen insanlara bir lütufsun demiştin bir keresinde
Anlamamıştım
Şimdi anlıyorum...

(Alıntı)

3 Aralık 2009 Perşembe

PANTOLONLU BULUT'TAN ...

...
Gireyim içeri Maria!
Sokaklarda kalamam ben artik!
Istemiyor musun?
Beklersin,
Beklersin ki yanaklarim sarksın, buruşşun,
Tadıma bakmadık kimse kalmayasıya,
Yayvan geleyim dersin.
Maria,
görüyorsun, daha şimdiden nasıl çöktügümü, ezildigimi.
Yagmur hıçkırıyor kaldırımlarda.
Sırılsıklam bir serseri,
Yol taşlarının ezdiği sokakların cesedini yaliyor.
Maria!
Tatlı bir söz deler mi kulağı, tıkadıysa yağ?
Kuş dediğin öterek yaşar,
Aç ve şakıya şakıya...
Bense insanım Maria,
sıradan insan ki
Kusar kusmaz veremli gece,
pis elleriyle tuttu beni sokağım.
Beni oldugum gibi ister misin Maria?
Al beni içeri!
Maria!
Sokakları azgın hayvanlar basmiş.
Kalabalığın parmaklarından boynumdaki bütün sıyrıklar.
Gel kapıya!
Acım var!
Yaklaş Maria!
Ister çıplaklığından sıkılıp utanmaksızın,
Ister öldürücü bir titreyişle güzelligini ver bana öpülmemiş dudaklarının.
Maria!
Korkuyorum unutmaktan adını,
Unutuvermekten korkan ozan gibi
Uykusuz geceler boyu buldugu sozcugu
Hem de yücelikte Tanrıya eş bir sözcüğü.
Nasıl seveceğim vücudunu bir bilsen,
Tut ki bir asker, savaşta sakatlanmış bir asker,işe yaramazın, kimsesizin biri,
kalan bacağını o kadar sever.
Istemiyor musun Maria?
Istemiyorsun demek!
Demek bu gözyaslariyla sırılsıklam,
Zavallı bitkin yüreğimi,
Yendine almam, götürmem gerek,
Nasıl taşırsa ağzında, Ezilen bacagini bir köpek....

VLADIMIR MAYAKOVSKI

30 Kasım 2009 Pazartesi

ŞAHMARAN


Mezopotamya’da bin yıldan beri anlatılır bu masal. Anadolu’da, Koçgiri’de bu masal geceleri genç yaşlı herkesin toplandığı köy odalarında bilge dervişlerin, gözleri deryalaşmış masal anlatıcılarının ağzında bal gibi düşer karanlık gecelerde.İnsanlığın en büyük utancıdır Şahmaran. En büyük utancıdır der bilge adam, nedenini öğrenmek istiyorsan dikkatlice bu hikayeyi dinleyeceksin ve dersini kendin çıkaracaksın.Yılanların şahıymış Şahmaran. Ama ondan sadece yılanlar değil doğadaki tüm canlılar çekinirmiş. İşin gerçeği ise, ondaki bu güç aslında kimseyi korkutmazmış, çünkü Şahmaran diğer hükümdarlar gibi kimseyi tehdit etmez, gücünü kimseye göstermezmiş. Gücünü bilgelikten alırmış Şahmaran. Kainatın tüm bilgisine hakimmiş. Hakikatın yolundaymış. Bu sayede tüm bildiklerini, özelliklerini, tüm hayvanların dilini, her taşın tarihini bilirmiş. Ama gerçek bilge olduğu için bilgisini kullanmaz, kendi gücüne güç katmaya çalışmazmış.

Şahmaran en çok insanlardan kaçarmış, onların bencil arzularını iyi bilir bu sebeple bilgisini onlardan gizlermiş. Fakat Şahmaran insanlıktan uzak değilmiş, çünkü yarı insan yarı yılan görünümündeymiş. Yani ne tam insan ne tam yılan, yarı ateş yarı su. Yarı gece, yarı sabah gibi. Belden yukarısı şeytani denecek kadar büyüleyici güzel bir kadınmış. Başında boynuzları taç gibi görkemli kılıyormuş onu. Ama belden aşağısı ise yılanmış. Her birinin ucunda bir yılan başı olan tam oniki ayaklı güzel bir kadınmış Şahmaran. Bilge, güzel ve hikmet sahibi biriymiş yılanların taptıkları Şahmaran.

Onun masalını dengbejler oniki gün oniki gecede ancak bitirirler. Bizim anlatacağımız bölüm sadece hikayenin sonu. Yani insanın masaldaki son ihaneti.Masalın sonuna kadar Şahmaran hem insanlardan kaçmış, hem de onları özlermiş. Tam bir yılan olmadığı için yılanların arasında da kendini yalnız hissediyormuş. Arada bir dertleşmek, insani duygularını insanla, insanoğluyla paylaşmak istiyormuş. Gel gelelim bin yıllar boyunca insandan sadece ihanetin binbir yüzü olduğunu görmüş. Her insan ona bencilce yaklaşmış, onun arkadaşlığından çok onlar için onun bilgisi değerliymiş. Ve insan için bilgi güç demekmiş. İnsanoğlu biliyormuş ki, Şahmaran’ın etinin suyu bilgeliğin belki de ölümsüzlüğün yolunu açacak.Şahmaran ise bin yıllardır kaçış halindeymiş. İnsanlar yüzünden ülkesini hep taşımak, sürekli izini kaybettirmek zorunda kalmış. Onun ölümü sadece insan elinden olabilirmiş. Eğer ona insan ona dokunmazsa kıyamete kadar yaşayabilirmiş. İşt böyle insanlardan ve aynı zamanda yılanlardan da kaçarak yaşamını sürdürürmüş Şahmaran.

Bu zamanların birinde üç genç ormanda top oynuyormuş. Derken gençlerden topu yakalamaya çalışan Cansap’ın ayağı taşa takılmış ve oradaki kuyuya düşmüş. Arkadaşları Cansap’ı kuyudan çıkarmak için çok uğraşmışlar ve tüm çabaları sonuçsuz kalmış. Arkadaşlarını kurtaramadıkları için ailelerinden çok korkan gençler, olan biteni gizlemişler ve Cansap’ı hiç görmediklerini söylemişler. Ve o günden sonra ne kuyunun yanına, ne de ormana bir daha hiç gitmemişler. Aralarında Cansap’ın adını dahi anmaz olmuşlar.

Ya Cansap ?Kuyuya düşen Cansap ise ölmemiş. Aşağı düştüğünde kendini yeni bir hayatın içinde bulmuş. Kuyudan aşağı çok yumuşak bir düşme olmuş ve düştüğü yer ise çayır çimenmiş. Önce öldüğünü ve cennete geldiğini sanmış. Her taraf bin bir çeşit meyve, kuş ve çiçekle doluymuş. Çevresine baktıkça gördüğü manzaradan büyüleniyormuş. Zamanla çevresindeki yılanları fark etmiş. Fark ettikçe de gözleri büyümeye devam etmiş. Boa, engerek, kobra, çıngıraklı, karayılan…. Her çeşitten onlarca, yüzlerce, binlerce yılan çevredeymiş.Korkunç bir çığlık atmış Cansap. Kendi çığlığından kendisi korkmuş ve susmuş. Çünkü yılanların tümü dile gelmiş ve konuşuyorlarmış.

- “Korkma bizden, misafirimizsin burada, hoş geldin !”- “Biz insana düşman değiliz, insanlar bize düşman …”
- “Bakma yerlerde süründüğümüze, bizim de yüreğimiz var. “- “Bize dokunmayana bizim zararımız olmaz.”
-“Görünüşümüzden korkma, üzme bizi…”
- “Şimdi bekle, seni Şahmaran’ın huzuruna çıkaracağız. İnsanlardan o kadar büyük zararlar gördük ki, buralarda saklanma nedenimiz sadece kendimizi korumaktır. İstemezdik burayı öğrenmeni, ama oldu bir kere, artık başımızın üzerinde yerin var.”

Çok beklememiş Cansap ve kısa süre sonra karşıdan Şahmaran ağır ağır gelmeye başlamış. Şahmaran’ın güzelliğini gördükten sonra Cansap’n gözleri bir kez daha faltaşı gibi açılmış ve kamaşmaya başlamış. Şahmaran’ın kalbi de Cansap’ı gördükten sonra hızla atmaya başlamış. Duyguları ve bildikleri bir türlü barışmıyormuş. Sevinç ve üzüntü. Heyecan ve kararlılık. Tereddütler yaşamaya başlamış.Şahmaran da, Cansap’ın karşısına dikildiğinde bir deprem olmuş sanki içinde. Gövdesi kuyruğundan kopacakmış gibi hissetmiş. Bin yıllık yaşamında ilk kez böyle bir duyguya kapılmış Şahmaran. Sanki daha önceki bin yıllık yaşamı silinmiş. Göz göze gelmişler. Cansap özür dileyerek başlamış sözlerine. Arkadaşlarıyla kuyunun yanında oyun oynadıklarını, kuyuya düşüşünü, köyünü, annesini ve oraları şimdiden özlediğini anlatmış.

- “Olmaz” demiş Şahmaran. “Bir daha insanlara güvenmeyeceğime dair olarak kesin yeminim var yılanlara” demiş.
- “ Sakın israr etme !..

Cansap’ın israrları fayda etmemiş. Yalvarmaları bir işe yaramamış. Şahmaran, ihanetle, firarlarla geçen yaşam öyküsünü anlatmaya başlamış Cansap’a. Her gün bir parçasını öğrenmiş genç adam. Uzun süre ne köyünü, ne arkadaşlarını anımsamamış. Öykü ilerledikçe Cansap daha da meraklanmış. Azar azar bin yıllık tarihi, sadece Şahmaran’ın değil, insanların da tarihini dinlemiş ve öğrenmiş.Gel gelelim gün gelmiş, Şahmaran’ın anlattığı hikaye sona ermiş. Hikaye bitince de Cansap’ın merakı da tükenmiş.İnsan dediğin merakı tükenince yüzünü başka yöne çevirir, bilmediği başka meraklar peşinde koşarmış. Zamanla merakın yerini sıkıntılar almış, özlemler almış ve bir gün Şahmaran’ın karşısına çıkmış.

- “ Ben artık gitmek istiyorum ey bilge Şahmaran ! Sana minnetarım, bana çok şey öğrettin. Sayende her şeye başka bir gözle bakıyorum. Ama içimdeki özlem dayanılmaz oldu. Burada duramam, yapamam ben. Burada yaşlanıp ölemem. İnsanları özlüyorum ben” demiş.
- “Olmaz ! ” demiş Şahmaran. “Yeminim var !” demiş .Ama Cansap çok israr etmiş.- “Ben diğerlerine benzemem. Sana ihanet etmem. Yemin ederim. Güven bana. İnsana güvenilebileceğini ispat edeceğim sana.” diye devam etmiş sözlerine.
- “Hayır !.. Hayır !.. Sen de ihanet edersin. Çünkü insansın, çünkü insan zayıftır. Unutma ! Her insanın bir zayıf tarafı mutlaka vardır. İhanetin ise bin bir çeşidi.” Diyerek tartışmayı bitirmiş.

Böylece günler günleri kovalamış. Günler geçtikçe de Cansap sararıp solmaya başlamış. Ağzını açıp tek sözcük söylemez olmuş. O sustukça da Şahmaran üzüntüden beter olmuş. Ve :
- “Evet” demiş kendi kendine. “ Yarı insan değil miyim ? İnsanlığımın zayıf noktası çıktı karşıma. Aşk ölümündedir bu topraklarda. Tanrı olsun, Şah olsun kar etmez.”Yanına çağırmış Cansap’ı.
-“Sakın bu sefer yemin etme. Yemininden dönmeni istemem. Çünkü biliyorum ki, eninde sonunda bana ihanet edeceksin. İhanet zayıf noktada yeşerecek. Yanımda kalmadığına göre, o hayatı özlediğine göre bu böyle olacak. Ama senden istediğim bir şey var. Hiçbir zaman hamama gitme ! “

Bunları söyledikten sonra da gözden kaybolmuş. Yılanlar Cansap’ı sırtlayıp kuyunun ağzına kadar taşımışlar.Cansap ise yeminini içten emişmiş aslında. Bu nedenle de kendi köyüne uğramadan uzaklara, bir başka köye gidip orada kendi halinde bir marangoz olarak yaşamaya başlamış. Ne çok söz söylemiş, ne de çok söz dinlemiş.

Bu sırada kral mı, bey mi dersiniz, diyelim ki Padişah. O bölgede hüküm süren şah hastalanmış ve yataklara düşmüş. Bu işe en çok da sevinen Vezir olmuş. Vezirin de en büyük arzusu Şahmaran’ı bulmakmış. Şahmaran’ı bulup onun etinin suyunu içerek bilgiye kavuşmak ve böylece ölümsüzlük ağacını bulup meyvesinden yemek, sonuçta ölümsüz olmakmış amacı.Nice zaman padişaha yalvardıysa da, Şahmaran’ı arayıp bulmak için padişahtan izin alamamış vezir. Padişah korkak bir insanmış ve Şahmaran’la uğraşmak istememiş. Gelgelim padişah yataklara düşünce vezir son kozunu oynamaya karar vermiş.

-“Hünkarım… Hastalığınıza çare bulamadı hiçbiri. Hangi hekim geldiyse aynı şeyi söylüyor. İlacınızı bilse bilse Şahamran bilir. Derman Şahmaran’da. İzin verin Şahmaran’ı bulup getireyim” demiş.
-“Hiç vakit kaybetmeyin !.. Bulun getirin yılanların şahını !” demiş insanların şahı.

Ve tüm ülke halkı hamamlara sokulup çıkarılarak Şahmaran aranmaya başlamış. Cansap boşuna denenmiş. Hamamda Cansap’ın teni pul pul olmuş ve tutmuşlar kolundan. Haftalarca süren işkencelerde ağzını açıp tek kelime söylememiş Cansap.İşkenceler sonucunda ölümün kıyısına dayanmış. Vezir öleceğinden korktuğu için işkenceyi sona erdirmiş. Ve kurnazca bir plan uygulamaya başlamış.Apar topar Cansap’ın hücresine dalmış ve :

-“Ne yaptılar sana böyle evlat ? Benim bundan haberim yok. Acımasızlığın bu kadarı da olmaz. Hepsinin kellesini vuracağım. Haydi gel seni saya götüreyim. İyileşene dek misafirim ol !” demiş.Vezir, Cansap’ı sarayda kuş sütüyle beslemiş ve etrafında dört dönüyormuş Cansap’ın.Cansap kendine gelince, vezir omuzları çökük bir halde Cansap’ın yanına oturmuş ve :

-“İnan bana ! Bizim Şahmaran’a çok büyük saygımız var. Ama başımızda öyle bir tehlike var ki, çok fena. Çaresiz kaldık.”

Vezir, halkın içinde bir salgın gezdiğini, bu hastalığın vebadan beter olduğunu, eğer önlem alınmazsa tüm insanlığa yayılacağını ve bir süre sonra bir tek insanın bile sağ kalmayacağını, ve daha neler neler söylemiş. Cansap, dinledikçe şaşkınlığı artmış.Vezir en son olarak demiş ki :

-“Şahmaran’ı biz istemiyoruz. Sadece var git yanına. De ki, senden başka danışacak kimsemiz kalmadı. Bu hastalığın ilacı hangi bitkide gizli ? Bize söyle !.. “

Cansap evine dönmüş. Geceler boyu uykusuz kalıp düşünmüş taşınmış. Ve sonunda bir şafak vakti yola çıkmış.Kuyunun yanına vardığında, vezirin askerleri yakalamışlar Cansap’ı. Meğer Cansap takip altındaymış uzun süredir. Sarayda bekletmişler onu. Beklerken ölüp ölüp dirilmiş. Ama son pişmanlık fayda etmezmiş.Şahmaran’ı altın bir tepside getirmişler. Başı gururlu ve dimdikmiş Şahmaran’ın. Cansap’tan başka kimseye bakmıyormuş. Gözleri sadece ve sadece ona kilitliymiş. Bir süre sessizlik olmuş. Ve sonra Şahmaran dile gelmiş…

-“Ben sana bu topraklarda Aşk ölümünedir demiştim. Ve zayıf olan ölümü hak eder. Benim zayıflığım sana aşık olmamdır maalesef. Sen bana, ben de yılanlara ihanet etmiş oldum böylece. Başımın suyu zehirlidir. Bilgi kuyruğumdadır. Ceza istiyorsan zehirimi iç.”

Bu sözlerden sonra Şahmaran oracıkta kesilmiş. İki ayrı kazan kaynamış. Zehir kazanı ve bilgi kazanı.Vezir Şahmaran’ın sözlerini dinleyerek kuyruk suyunu dikmiş başına. Cansap ise ölümden başka bir şey düşünmeden zehir dolu tası içmiş.Vezir, hemen yıkılmış, vücudunun her yerinden kanlar fışkırmaya başlamış.Cansap, içindeki yangının azar azar söndüğünü hissetmiş ve yavaşça çıkmış gitmiş saraydan.O günden beridir, o topraklarda , yoksul halkın arasında bir lokman hekim olarak almış yürümüş Şahmaran….

(Anadoluda Şahmarana dair pek çok efsane vardır, paylaşılan bu efsane Mardin yöresinde anlatılır.Bu yörede Şahmaran resimle tasvir edilir ve kilimlerde, tablolarda bu figür kullanır. Aynı isimli efsane Akdeniz tarafında Tarsus'ta da farklı şekilde anlatılagelmektedir. Efsanelerin ortak noktası insanoğlunun ihanetidir...)

29 Kasım 2009 Pazar

PANDORANIN KUTUSU AÇILDI




Puslu,soğuk havalarda,içim tir tir titrerken,
Bir balık yem olur,bir martının ağzında,
Kedi, çöp kovalarını karıştırır arsızca,
Ve karınca yuvasında yorgunluk atmaktadır.

Pandoranın kutusu açılmıştır artık,bilinçaltı söze dönüşmüştür,
Gizli duygular açığa çıkarken,rahatlama doruğa yelken açar,
Kavuşmamız bilirim ki hiç mümkün değildir,yaşanan rüyadır,
Ve bir kelebek çıkar pandorananın kutusundan adı "umut"tur.

Adın yüreğimde mıh gibi kazılıdır,ne kadar inkar etsem de sana,
Aşkın bende kutsal bir totemdir,kutsallığı gizlidir adında,
Öyle özlerim ki bazen,bir içten gülüşünü,şuh ve şakrak sesini
Ve sabır taşı gibi çatlarım,her uykuyu haram edişimi gözlerimde

Her nefes alıp verişimde seni anarım,istesem de saklayamam,
Kızıllığa bürünürken gün,dudağımdan dökülür ismin heceleri,
Tozarttığın toz olup havalarda uçuşasım gelir,gökyüzüne doğru,
Ve ayağım yere basar,her şey bir düş bir rüyadır çünkü.